10 Mayıs 2013 Cuma

Çocuklar Lâle Sirki'nin Gizemli Hikâyesi'ni Öğrenmeye Hazır Mısınız? :)

Çocuklara müjde!

Bir sirkte gösteri yapanları yakından tanımak için şehrinize gelecek sirki beklemeyin, gösteri dünyasının gizemli ve eğlenceli dünyası şahane renkleri ile bu kitapta.

“Lâle Sirki ve Gizemli Hikâyesi” şimdi tüm kitapçılarda!

Uzun yıllardır Tiyatro Oyunevi’nde birlikte çalışmalarını sürdüren Mahir Günşiray ve Claude Leon bu kez çocuk kitapları yayımcılığında çalışmaya başladı.

“Lâle Sirki ve Gizemli Hikâyesi” adlı resimli çocuk kitabını Claude Leon yazdı ve resimledi, Mahir Günşiray Türkçesini hazırladı.











Ayrrıntılı bilgi ve internet siparişi için:


http://claudeleon.wix.com/claude-leon

https://www.facebook.com/claudegunsiray






26 Mart 2013 Salı

Deliye Her Gün 27 Mart Nasıl Olsa :)

Hastaysam ilacım, mutsuzsam mutluluğum, dertliysem neşem, tiyatro herşeyim:)

Öyle bir delilik, öyle bir aşk, öyle bir sevda ki bu...

Delilik böyle kendiliğinden olmuyor aslında.

Buna sebep olan sahnede sizi alıp götüren hikayeler, o hikayelerin bize hatırlattıkları ve elbette ki seyrine doyum olmayan oyunculukların katkısı çok büyük:)

Ayrıca eş dostla seyretmeye doyulamayan oyunların ikinci, üçüncü turları, sezon içinde heyecanla beklenen oyunları, Ekimden önce seyredilmesi gereken prömiyerleri, sezonun şakalı son oyunlarını, tiyatro festivallerini, Genç Günleri, açık hava akşamlarını, İş Sanat’ta tiyatro tadındaki şiir dinletilerini, tiyatro sayesinde kazanılan sürpriz güzel dostlukları, her sezon artarak çoğalan, sahnelere koştururken yollarda girilen gülme krizleri ve maceraları da unutmamalı:)

İnanın abartmıyorum ama bir şeyi çok açıkça belirtmeliyim. Belki sahne üstünde ya da gerisinde değilim ancak iyi bir oyun seyrettikten sonra yaşadığım mutluluğun inanın tarifi yok. Yaşadığımı hissediyorum, nefes alıyorum. Ben böyle hissederken sahnedeki sanatçılar o alkışları duyduğu zaman neler hissediyor kim bilir.

Her yeni oyun, her yeni açılan sahne son dönemlerde artık biz sanatseverler için çok daha önemli bir hale gelmeye başladı. Çünkü profesyonelinden, amatörüne, devletinden şehrine kadar sahnedeki her şey bizim için geleceğe umutla bakmak için bir sebep.

Bilenler bilir hep derim, yine tekrarlayacağım. Ben tiyatronun sebep olduğu her şeyi çok ama çok seviyorum. Bu nedenle gönlümden geçen hep daha çok sahne, hep daha çok yeni oyun.


Ve değil mi ki deliye her gün bayram bana da her gün 27 Mart nasıl olsa... :)

Bu nedenledir ki başta sanatçı dostlarım olmak üzere tiyatro için ter döken, emek veren tüm tiyatro delilerinin “Dünya Tiyatro Günü” nü bugünden kutluyorum:)

Tiyatro umut, tiyatro direniş, tiyatro yaşadığını hissetmek, tiyatro bir aşk ve tiyatro ile aşk yaşamanın keyfi bambaşka...

Tiyatro, seni sevmek aşkların en güzeli...

Tiyatro aşkınaaaa!

Bir Tiyatro Delisi’nden Sevgilerle



Twitter


https://twitter.com/tiyatrodelisi



Tiyatro Sahnelerinde Ne, Nerede, Ne Zaman ?


https://www.facebook.com/groups/50768405027/


www.istanbultiyatrolari.com













8 Şubat 2013 Cuma

Yaşamak Diyoruz Bunun Adına...

Dinlediğimiz müzik, seyrettiğimiz film, gittiğimiz oyun, okuduğumuz kitap gibi hayatımız. kaybettiklerimizi arıyor, unuttuklarımızı hatırlıyoruz.

Her şey unutma, özleme, hatırlama üzerine kurulu...

Biriktirdiklerimizle direniyor, umut ediyoruz.

Yaşamak diyoruz bunun adına...





19 Aralık 2012 Çarşamba

Zeybek, Bütün Dünyanın Dansı Olsa Ya!

Niye bizden olmayan, bize fazla.

Aynı dünyada, aynı toprak üstünde yaşamak bu kadar mı zor.

Biz değil miydik bir zamanlar ayrımlar olmadan bir arada yaşayan.

Kederler, sevinçler ortak değil miydi?

Ne geldiyse başımıza hep bu ikilik sevdasından gelmedi mi?

Acının, ölümün, sevginin, dili, dini, milleti olur mu?

İnsan değil midir aslolan…

Neden bu kadar öfkeliyiz?

Yaşanan her savaşın geleceğimizden çaldığının farkında değil miyiz?

Gözlerimizi kör eden bu nefretin sebebi ne?

Neden bakış açımız kısıtlı, neden daha geniş, daha büyük bir pencereden bakamıyoruz etrafımıza.

Zulmün tohumunu beslemek yerine, umudun, barışın çiçeklerini yeşertsek ya...

İçimizdeki bu mübadeleye artık bir son vermemiz gerek.

Çünkü geçmişte yaşanan acıları, geleceğe taşımanın bugüne dek, bize kazandırdığı

hiçbir şey olmadı, bundan sonra da olmayacak. Nefret tohumlarını sulamaktan

vazgeçmenin, zeybeği sadece efelerin dansı olarak değil, tüm dünyanın dansı olarak

anmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor bile..

İşte senin, benim hikayemiz değil, İzmir’in de hikayesi değil Tiyatro Pera’nın “Ah

Smyrna’m, Güzel İzmir’im” oyununda anlatılanlar…

O unuttuğumuz, bir arada sen, ben demeden “biz” olarak yaşadığımız günlerimizin

hikayesi.

Ve inanın zor değil “biz” olmak, bir arada gülmek, bir arada nefes alabilmek.

Yapmamız gereken tek şey; Güneşi gecede aramak yerine, günü birlikte karşılamak…

Eskiden olduğu gibi…


Tiyatro Pera Güncel Oyun Takvimi İçin;


www.tiyatropera.com


























www.tiyatropera.com

22 Kasım 2012 Perşembe

Kalbim Kış Uykusundaydı...

Kalbim uzun zamandır bir kış uykusundaydı...

Sonsuza kadar sürmesini istediğim, hiç uyanmasam dediğim bir kış uykusu, ölüm uykusuydu sanki...

Ne bahar özlemi, ne aşk yağmurları...

Hiç biri yağmasın, baharda gelmesin, yağmurlarda içimde biriksin istiyordum...
Sonra bir gün ilk defa bir düş gördüm, bu düş kalbimi uykudan uyandırdı...
Düşümde gördüğüm yemyeşil yaprakları, sarılmaya hazır kocaman gövdesiyle dallarını açmış, beni kucaklamaya can atan bir çınar ağacıydı...

Tüm görkemiyle karşımda dikilmiş ona koşmamı bekliyordu, bense emin olamıyordum..
Ya dallarında sallanamazsam, ya ona sarıldığım zaman bu güzel düş biterse, sadece düşümde kalırsa...

Ama artık uyumak istemiyordum, en azından bir kerecik de olsa çınar ağacının gölgesinde oturmak, gözlerimi kapayıp, başımı gövdesine yaslamak ve o güzel baharı doyasıya içime çekmek istiyordum...

Tüm gücümü toplayıp son bir gayretle ağaca doğru koştum, koştum..
sonra birden uykuda olmadığımı farkettim...

Uyanmıştım ve çınar ağacının gölgesindeydim artık...


Nisan 2011



14 Kasım 2012 Çarşamba

Bi Oyun Varmış, Seyretmesek Olmazmış:)

Bi Oyun Varmış;

Oyun, kadın ve erkeğin yüzyıllardır bitmeyen ve hiç bitmeyecek olan davasını anlatıyormuş.

Kim kimi daha iyi anlıyor, kim daha anlayışlı, kim daha kıskanç, kim daha çok seviyor, kim kimi daha çok düşünüyor?

Kadınlar mı daha çok takıntılı, yoksa erkekler mi çok unutkan?

Bir kadın alışveriş yapmadan, bir erkek playstation oynamadan duramaz mı ?

Erkek çok düşününce kesin aldatıyor mudur, kadın hep memnuniyetsiz midir?

Bir önceki sevgili ya da eş geçmiş, gitmiş bitmiş değil midir?

Hangi aşk adildir, aldatmak kimin hakkıdır?

Sevgi hala emek demek midir? Kalp sadece bir kere mi sever?

Sevdiğimiz ne zaman boy friend ya da girl friend oldu?

El ele tutuşan kalpler ne zaman sanal atmaya başladı?

Kim kırdı hayallerimizi, neden bu kadar mutsuz gözlerle bakıyoruz birbirimize?

Seviyor muyuz, sevdiğimizi sanıyor muyuz?

Biz büyüdük ve kirlendi mi dünya yoksa oyundaki kadın karakter Neslihan’ın dediği

gibi hep kirli miydi?

Yukarı da sıraladıklarım size de çok tanıdık geldi değil mi ?

İşte size tüm bu tanıdık gelen halleri E.S.E.K yeni sezon oyununda sürprizlerle dolu bir şekilde sahneye taşıyor.

Oyunun başrollerinde Doğa Rutkay ve oyunun aynı zamanda yazarı ve yönetmeni olan Uğur Uludağ var.

İkilinin oyun boyunca süren atışmaları, sürpriz doğaçlamaları hiç beklemediğiniz anlarda çalan şarkılarla tamanlanınca size kahkalarınızı koyvermekten başka bir çare kalmıyor. Kimi zamanda hiç beklemediğiniz bir anda geçmişe gidiyor, burkuluyorsunuz.

Uğur Uludağ’ın kaleminin farkı aslında bu. Yazdıklarında, geçmişe özlemi hiç yitirmeyen hüzünlü bir mizah var. Ama o hüzün öyle kıvamında size geçiyor ki, siz kendinizi yeniden katıla katıla gülerken buluyorsunuz. Ayrıca Doğa Rutkay’ın deli enerjisinin oyunun temposuna olan katkısının da çok büyük olduğunu belirtmekte fayda var.

Ve oyun bitiyor, salondan çıkıyorsunuz. İçinizde iyimser bir hüzün, kafanızda oyundan cümleler.

Sahi hepimizin aslında tek derdi sevdiğimizin omzuna başımızı gömüp, birlikte aynı rüyayı görmekti değil mi ?

O halde sevdiğimizin elinden tutmak için neyi bekliyoruz.

Çok geç olmadan o eli bulup, tutalım ve aynı rüyayı görene kadar da hiç bırakmayalım.
Bu arada oyunun adını yazmayı unuttuğumu düşünüyor olabilirsiniz. Halbuki ben oyunun adını yazımın en başında belirtmiştim, “Bi Oyun Varmış” diye:)

E.S.E.K ‘in güncel oyun programı için;

www.esekart.com




18 Ekim 2012 Perşembe

Yağmurun Durmasını Beklemeyin !

Hani tiyatro için hep insanı insana anlatma sanatı, yaşamın ta kendisi denir ya, bu doğru ama bana göre tiyatro, en çok unuttuklarımızı hatırlatan bir sanat.
Çünkü hiçbirimiz o koltuklara sahnede seyredeceklerimizin bizi ne zaman, nerden yakalayacağını bilmeden gidip oturuyoruz. Sonrası muamma…

Önce ışıklar sönüyor, sonra perde açılıyor. O perdenin ardında sahneden yansıyanlar, kimi zaman bizi uyuklatıyor, bitse de gitsem diyoruz, azap oluyor.
Kimi zaman da bitmesin, şimdi ne olacak deyip daha da bir gömüyor koltuklarımıza. Oyun bittiğinde bazen gözlerimizde hüznün iki damlası, bazen de yanaklarımızda neşenin tebessümü kalıyor.

İşte bir iki hafta önce seyretmiş olduğum İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun yeni sezon oyunlarından “Yağmur Durduğunda” oyununu seyrederken oyundaki bir replik beni tam da başta bahsettiğim gibi özlediğim, hatırladıkça da daha çok özlediğim birine ve bir arada olduğumuz zamanlarımıza götürdü.

Oyun, annesinden yıllarca babasının onları neden terk ettiğini öğrenemeyen, sonunda bu terk edişi tek başına çözmek için yola çıkan bir erkek çocuğunun hikayesiyle başlıyor, sonra bu hikayeler birbirine bağlı olaylarla ve zaman dilimleriyle sahnede yavaş yavaş canlanıyor. İlk perdede ipuçları verilen hikayelerin sürprizlerle dolu devamı ikinci perdede:)Oyunda yer alan genç oyuncular, en az ustalar kadar iyi. Kimse kimsenin önüne geçmiyor. Tabi burada yazmadan geçemeyeceğim bir oyuncu var ki o da Rüçhan Çalışkur. Kendisini her ne kadar geçen sezon Onca Yoksulluk Varken oyununda seyretmiş olsam da benim sahnede seyretmeyi sevdiğim Rüçhan Çalışkur, ona yıllar önce ilk vurulduğum yine İstanbul Devlet Tiyatrosu oyunlarından biri olan ve benim dört kez seyrettiğim Leenane’nin Güzellik Kraliçesi tarzındaki oyunlar. Ve yine bir ismi daha yazmadan geçmemem gerekiyor. Oyunun aynı zamanda çevirisini de yapan 1985 doğumlu bir oyuncu Ezgi Yentürk. Öyle iç yakan, öyle sizi içine alan bir ses tonu var ki, oyunculuğundan etkilenmemek imkansız.

Oyundaki hikayeler her ne kadar baba ve oğul ilişkileri üzerinden gitse de oyunda ebeveyn, çocuk, aile kavramları üzerine çok güzel anlatımlar ve göndermeler var.
Kabul etmeliyiz ki zaman zaman anne ve babalarımıza tahammül edemiyoruz, ama aynı şeyler onlar içinde söz konusu değil mi? Oyunu seyrederken bu anlara hem çocukların, hem anne ve babaların tarafından da şahit oluyorsunuz.

Söz konusu repliğe gelince; Bu replik oyundaki karakterlerden birinin feryat şeklindeki “canım babam” repliğiydi. Bu feryadı duyunca uzun süredir “baba” kelimesini kullanmadığımı anımsadım. Kullanmıyordum çünkü beş yıldır bu sözü söyleyebileceğim kişi yani “canım babam” maalesef hayatta değil. Meğer ne çok özlemişim "baba" demeyi. Sadece demeyi değil elbette, o akşam sahnedeki her şey bana O’nu ne kadar özlediğimi hatırlattı aslında. Belki en çok traş olduktan sonra yanağını uzatarak benim “işte şimdi daha yakışıklı oldun” diyerek yanağından öpmemi beklemesini özledim, belki de benim için yılbaşı akşamında kalabalığa, yağmura aldırmadan sırf ben istiyorum diye İstiklal’e fotoğraf çekmeye götürmesini. Özledim işte…

Hayatta her şey bir anlık. Ertelenecek kadar ya da söylemeyi susacak kadar uzun değil hiçbir şey. Bir gün geliyor ve o kişi hayatınızda olmuyor. Özlüyorsunuz deli gibi…

Yaşadığımız hayat bize hep aynı şeyi fısıldıyor, erteleme,vazgeçme ve hep umut et.
Bende diyorum ki; Sevdiklerinizle bir arada olmak için o son anı yani yağmurun durmasını, güneşin açmasını beklemeyin.

Böyle bir an yok, hiçbir zamanda olmayacak. Çünkü yağmur hep yağacak, ama önemli olan özleyeceğiniz o son ana kadar, o yağmurun altında kiminle ya da kimlerle birlikte ıslandığınız.

Sevgi taneleriyle sırılsıklam olmanız dileğiyle:)